Kategoriler
Bildiri

Yeni Bir Cumhuriyet’e Doğru: Sanayi – Kalkınma Raporu

Sanayi – Kalkınma Komisyonu

Burçak Özoğlu,
Erhan Karaçay,
Kaya Güvenç,
Melih Yeşilbağ,
Serdar Şahinkaya

1912-1922 dönemi Uzun Cihan Harbi iki yüz yıllık bir fay hattının kırılma dönemini oluşturmuş, bu fay hattı Türkiye’de derin izler bırakmıştır. 18 milyonu barındıran Anadolu, on yıl içinde 5 milyon nüfus yitirmiştir. Kurtuluş Savaşı, yurdun dinden de ırktan da daha önemli olduğunu öğretmiş ve “Kurtuluş” “Kuruluşla” tamamlanmıştır. Lozan’da, dünyanın bütün efendilerini eşitlik dansına kaldırmanın onuru yaşanmıştır.

Genç Cumhuriyet, kendi köyünden öteyi vatan bilmeyen köylüler ülkesinde, emperyalist çıkarların kesiştiği bir coğrafyada ve iki savaş arası dönemin olağanüstü çalkantılı ortamında yola çıkmıştır. Toplum yaşamından kültürel hayata, hukuktan eğitime, siyasetten uluslararası ilişkilere bir dizi alanda yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlet oluşturma yönünde çok önemli adımlar atılmıştır. Bunların hayati bir ayağını oluşturan ekonomik bağımsızlık ve
sanayileşme konusunda, 1929’da patlak veren Büyük Bunalım’ın etkisi ve Lozan Antlaşması’nın öngördüğü kısıtlamaların ortadan kalkması sonucunda benimsenen devletçilik ilkesi uyarınca son derece değerli bir birikim ortaya çıkmıştır.

Bu süreçte Türkiye’nin Sovyetlerle olan dostane ilişkileri; Sovyetlerin mali-iktisadi ve teknik destekleri oldukça kritik önemdedir. Özellikle 1930’lu yıllar boyunca imalat sanayindeki kamu fabrikalarının sürükleyiciliğinde yaratılan sınai kapasite, II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye ekonomisinin yaşadığı sarsıntıları azaltıcı etkide bulunmuştur. Savaş sonrası dönemde emperyalizme teslimiyet politikaları uyarınca sanayi ve kalkınma perspektifi uzunca bir süre
rafa kaldırılmış, ülke ekonomisi batılı ülkelerin tarımsal ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle şekillendirilmiştir. 1960-1980 arası dönemde planlamanın yeniden gündeme gelmesi ve işçi sınıfının siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte kalkınma ve bölüşüm göstergelerinde yine önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Bağımsızlık ve kalkınma idealleri doğrultusunda yola çıkan Cumhuriyet, belirli dönemlerde yoğunlaşan atılımlar sayesinde bu konularda kısmı bir başarı sergilemiş olsa da, kapitalist yol
tercihinin yapısal sınırlılıkları bu idealleri sürekli sulandırmış, erozyona uğratmış ve de gelinen noktada bütünüyle tasfiye etmiştir.
Ülkemizde yaklaşık olarak 40 yıldır sürdürülen neoliberal politikalar Türkiye’yi düşük büyüme batağına saplamış ve bütünüyle dışa bağımlı hale getirmiştir. Bugün Türkiye ekonomisi, ithalata bağımlı hale gelmiş tarımıyla, uluslararası işbölümünde düşük ücret yüksek sömürü oranlarıyla taşeronluk işlevi gören sanayisiyle, güvencesiz ve örgütsüz istihdamın damgasını vurduğu hizmetler sektörüyle, doğal ve kültürel varlıkların talanı üzerinde büyüyen yapısıyla tükenmiş bir görünüm arz etmektedir.

Neoliberal tutuculuğun finansal serbestleşme programları, reel sektör tasarruflarını uzun vadeli sabit sermaye oluşumu yerine kısa vadeli spekülatif yatırımlara kanalize olmasının bir aracına dönüştürerek başta imalat sanayi ve tarım olmak üzere reel sektördeki birikimi tahrip edici etkide bulunmuştur. Kalkınma kavramı yok edilmiş yerine yurttaşların refahını dışlayan büyüme kavramı getirilmiştir.

“Sürdürülebilirlik” söylemi altında, yerli ve yabancı sermayenin çıkarları doğrultusunda uygulanan özelleştirme ve serbestleştirme politikalarıyla enerji arzı, kamu hizmeti niteliğinden uzaklaştırılmış ve bütünüyle piyasalaşmıştır. Bu politikalar sonucunda dışa bağımlılık artmış, kamusal denetim ortadan kalkmış, üretim anarşisi oluşmuş ve çevre tahribatı meydana gelmiştir.

AKP’li yıllarda ekonomideki ağırlığını belirgin bir şekilde arttıran inşaat sektörü, rant odaklı yapısıyla kamusal varlıkların belirli sermaye gruplarına aktarılmasının aracı haline gelmiştir. Kentsel rant güdüsüyle şekillenen konut üretimi ve kentsel dönüşüm programı barınma sorunlarını çözmediği gibi, kentlerimizi nefes alınamaz beton yığınlarına çevirmiştir. Kalkınma öncelikleri doğrultusunda kullanılabilecek kaynaklar kar ve gösteriş odaklı mega projelerde
çarçur edilmiş, kullanım garantisi uygulamalarıyla hazinenin üzerinde kayda değer bir yük oluşturulmuştur.

Bugün, Türkiye içinde kalkınmayı ve adaletli bölüşümü amaçlayan bir perspektif çok daha kritik bir önem taşımaktadır. Sanayileşme bu amaçlara hizmet edecek en önemli ayaklardan birisi olmaya devam etmektedir. Bu minvalde, nihai çözümün kâr odaklı mevcut sistemin
ötesinde, sosyalizmde olduğunu unutulmadan, kamucu politikalara ağırlık verilmelidir. Yeni Bir Cumhuriyet’te sanayileşme ve kalkınma şu hedefler üzerine kurulacak:

Planlama bir toplumsal hedef haline dönüştürülecek, dış dünya ile ilişkiler ve bu alandaki kontrol mekanizmaları «yeniden» ve «akıllıca» tasarlanacaktır.

Özelleştirmeler derhal durdurulacak, altyapı yatırımları, madenler ve stratejik sektörler başta olmak üzere kapsamlı bir kamulaştırma programı gündeme getirilecektir.

Kamu yatırımcılığı etkili bir biçimde devreye alınacak, yerel inisiyatiflerin, kooperatiflerin, yerel yönetimlerin de özellikle imalat sanayiini geliştirmeleri için etkinleştirilmiş ve demokratikleştirilmiş planlama ile koordineli büyüme çabaları da desteklenecektir.

Yeni iktisadî kalkınma perspektifinde «caydırıcılık» aracı da devreye alınacak, İstanbul başta olmak üzere bazı bölgelere bazı yatırımların, özellikle inşaat yatırımlarının yönelmesinin önüne engeller konulacaktır.

Bu tasarımın başlangıcı, Gümrük Birliği Anlaşmasının askıya alınmasına dayanacaktır. Ayrıca sermaye hareketlerinin sınırsız serbestisi ile planlama çelişeceğinden, sınırlamalar da getirilmesinin kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Bugün çok yüksek düzeylerde seyreden ithalata bağımlılık hızla ortadan kaldırılacaktır.

İktisadi kalkınma ve kamu yatırımcılığı planlaması, tüm sektörleri kesen bilim ve teknoloji gelişmeleri olanakları değerlendirilerek gerçekleştirilecektir. Bu gelişmeler sanayi üretimine yansıtılırken yeni teknik ve teknolojilerin niceliksel olarak işgücü azaltılmasına dönük değil, niteliksel anlamda emek üretkenliğinin artırılmasına dönük politikalar uygulanacaktır. Öte yandan bilişim ve iletişim teknolojilerinin, iş güvencesini ortadan kaldıran, çalışma koşullarını
olumsuzlaştıran ve baskıcı yönetim mekanizmalarını devreye sokan bir içerikle uygulanmasının önüne geçilecektir.

Türkiye Devleti, Kamucu – Kalkınmacı Devlet niteliği kazanacak, reel sektörün yapısını çağa uygun iyileştirmelerle geliştirecek, tüm sektörler çapında emek üretkenliğini artırmak ve buna paralel bölüşümü adaletli hale getirmek için planlama yeni bir anlayışla merkeze koyulacaktır. 1923 Cumhuriyeti kurulurken bir takım “mecburiyetlerden” hareket etmişti. Şimdi de bir yeni özgürlük ve eşitlik hareketi yaratmak mecburiyetindeyiz. Bu yeni bir Cumhuriyet için mücadele demektir. Şimdi yeni ve devrimci bir Cumhuriyete her
zamankinden çok ihtiyacımız var.

Öyleyse YAŞASIN CUMHURİYET!