Türkiye 21 yıldır bir tek parti iktidarının tasallutu altında yaşıyor. Bu, 1950 sonrasında hiç görülmediği kadar uzun ve baskıcı bir dönem.
Üstelik iktidar partisi Cumhuriyet’in tüm aydınlanmacı kazanımlarını tarihe gömmeye ahdetmiş bir dinci-faşizan siyasi hareket. Süreç boyunca çeşitli tarikat ve cemaatlerle iktidarını paylaşmayı ve diz boyu yolsuzluklara bulaşmayı hiç umursamadan sürdürdüğü bu iktidar pratiğinin son düzlüğünde artık olabilecek en gerici ittifak altında hâlâ siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Buna geçit vermemek gerekiyor. Tek parti iktidarının bir tek adam ve bir parti-devleti rejimine dönüştürülerek sürdürüldüğü ama artık her yerinden çatırdadığı bu ilkel siyasi koalisyona son vermek gerekiyor. Kültürel/dinci/milliyetçi sömürünün son bulması, laiklik bayrağının yeniden toplumun gündemine taşınabilmesi ve başta emek kesimi olmak üzere geniş kitlelerce özgürce sahiplenebilmesi için öncelikle bu geri ve yoz iktidar türünden kurtulmak gerekiyor.
Ekonomik ve toplumsal mücadelenin önünün açılabilmesi için de bu emek düşmanı iktidarın tarihe gömülmesi gerekiyor. Çünkü sermayenin ve iktidara çöreklenen asalak kadroların ekonomik/siyasi çıkarlarından başka kaygısı olmayan bu İslamcı-faşizan blok, emekçi kitlelerin satın alma gücünde inanılmaz çöküntülere yol açmanın ötesinde onların yaşam standardını da geri dönülmez biçimde tahrip ediyor. Daha kötüsü, geleceğe dönük umutlarını da tüketiyor; emekçi sınıfların kendilerine bir ev alma hayallerini bile yok ediyor; fahiş kiralar ve “kentsel dönüşüm” maliyetleri nedeniyle rant alanına dönüşen kendi semtlerinden kovulmalarına yol açıyor.
Geniş emekçi kitleler son yıllarda gelir bölüşümünün kendi aleyhlerine çarpıcı bir biçimde bozulduğuna tanık oluyor. 2020-21 yıllarının pandemi krizinin üzerine gelen 2022 yılının enflasyon şoku ve bunların üzerine gelen 2023’ün deprem faciasının yükleri esas olarak toplumun sömürülen sınıflarının omuzlarına yükleniyor.
Yaşanmakta olan bölüşüm şoku, emeğin milli gelirdeki ücret payının çöküşe geçmesi ve sermayenin kârlarının patlamasıyla pekişiyor.
Bugünkü iktidarın devamı halinde emekçi sınıfların emek mücadelesini sınırlayan koşullardan kurtulmaları daha da zorlaşacak.
Çünkü bugünkü iktidar, seçimleri ve özellikle Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanması veya çalması halinde, kutuplaştırdığı toplumu daha fazla baskılamaya kendini mecbur hissedecek ve açık faşizme yönelmesi olasılığı yükselecek.
Bunun işaretlerini şimdiden veriyor zaten: Kullandığı kirli siyaset dili, iftira-yalan-tehdit-kışkırtma ve saldırılara başvurmadan “olağan” bir seçim kampanyasını yürütemez duruma gelmesi bunu kanıtlamakta. Ağzından çıkanın kanun olduğu bir iktidar türünün nimetlerini yitirmekten ibaret değil korkusu; 21 yıllık soygunun, yağmanın, hukuksuzluğun, yargıyı tarikatlarla birlikte yürütmenin sopasına dönüştürmenin, her türlü usulsüzlüğün/hilenin hurdanın, pandemi-deprem ve iş cinayetlerinin vs. hesabının sorulması ihtimali de bu korkusunu büyütüyor. Şeriatçı istikamette kat ettiği mesafenin, himayesinde azgınlaşan tarikat-cemaat sultasının bir ölçüde kesintiye uğrayabileceği kaygısı da buna ekleniyor.
İşte bu nedenlerle iç savaşa adeta davetiye çıkaracak eylem ve söylemlerde bulunuyor, kışkırtmalara başvuruyor. Daha önce Gezi eylemleri sırasında da Kabataş ve Dolmabahçe yalanlarına başvurduğu halde kendi kitlesini sokağa dökmekte başarılı olamamış olması; İBB seçimlerindeki sahtekarlıklarının seçmenden geri dönmüş olması da bugünkü çaresizliklerini büyütüyor. Ama hissettikleri tehdit ve çaresizliğin yol açabileceği çılgınlıkları hafife almamak, siyasi hezeyanlarının siyaset alanını kaplamasına izin vermemek gerekiyor.
İşte tüm bu nedenlerle DM sekretaryası olarak Cumhurbaşkanı seçimlerinde Millet İttifakı’nın adayına oy verilmesini destekliyoruz. Çünkü 21 yıllık despotik bir rejime bir şekilde son vermenin az-buz bir kazanım olmadığını düşünüyoruz. Bu tutumu, Millet İttifakı’nın programını benimsediğimiz için değil, Cumhur ittifakının temsil ettiği İslamo-faşist çizginin, rejimin simgesel liderinin şahsında yenilgiye uğratılması adına önemsiyor ve benimsiyoruz.
Milletvekili seçimleri açısından da tavrımız nettir: Oylar, Sosyalist Güç Birliği’ne ve onun seçimlere katılan bileşenlerine yani TKP, Sol Parti ve TKH’ye yönelmelidir. Çünkü biz ekonomik politikaların artık sermayenin değil emekçilerin çıkarları üzerinden oluşturulmasını talep ediyoruz. Emek mücadelesinin ve özgürleşmenin olmazsa olmazı olan laiklik mücadelesinden ödün verilemeyeceğini savunuyoruz. Emeğin özgürce örgütlenmesinin ve hak aramasının önünün açılması ve iktidar yanlısı sendikacı sultasının geriletilmesi adına istiyoruz. Emekçileri birleştirecek olanın kimlikçi değil sınıf temelli siyasetler olacağını vurguluyoruz. “Bağımsızlıkçılığın”, anti-emperyalist çizgiye oturmadan anlam taşımayacağını haykırıyoruz.
Evet, Türkiye giderek koyulaşan bir Ortaçağ karanlığına teslim olmayacaktır. Evet, ülkenin cumhuriyetçi ve sosyalist güçleri bugünkü gerici iktidar koalisyonunu geriletecek iradeyi ve kararlılığı gösterecektir. Ama aynı zamanda Sosyalist Güç Birliği bu süreçten ne kadar güçlü çıkarsa, 15 Mayıs sonrasındaki mücadelesi de o denli güçlü olacaktır. Bu nedenle tüm ilerici ve sosyalist güçleri 14 Mayıs ve sonrasının mücadelesine aktif olarak katılmaya çağırıyoruz.
Sosyalist Güç Birliği ittifakına ve onun bileşenlerine verilen hiçbir oy boşa gitmeyecektir!
Haydi göreve.