Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin tarihsel bir mirası olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü bu defa pandemi koşulları içerisinde karşılıyoruz.
Pandeminin başlayıp bir türlü kontrol altına alınamadığı son bir yıl, emekçi sınıflar açısından kapitalizmin krizini çok daha görünür ve hissedilir hale getirmiştir. Emekçiler sadece hastalık nedeniyle değil, işsizlik ve geçim sıkıntısı içerisinde en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz halde yaşam mücadelesi vermektedir.
Kapitalizmde kadınlar aleyhine olan toplumsal iş bölümündeki eşitsizlikler ise pandemi döneminde iyice derinleşmiştir. Artan işsizlik ve yoksulluk en çok kadınları etkilemiş, kadınlar ya işten çıkarılmış ya da artan ev işi ve bakım yükünün “zorunlu üstlenicileri” olarak işten ayrılmaya zorlanmışlardır. Geçtiğimiz yıl Türkiye’de kadınların istihdamı %9 azalmış, kadınların gerçek işsizlik oranları %45’leri bulmuştur. Kadınların ev işleri ve bakım için ayırdığı saatler haftalık 50 saati aşmıştır. Pandemi döneminde evde geçirilen saatlerin artması, ekonomik sıkıntıların, sağlık ve güvenlik endişelerin yaratığı gerilimler kadına yönelik şiddetin %30 oranında artması ile sonuçlanmıştır.
Pandemi fırsatçılığı ile eğitimi kamusal değil bireysel bir mesele haline getirme uğraşına hız veren düzen, uzaktan sürdürülen eğitimin sorumluluğunu en çok da annelere yüklemiştir. Üstelik eğitimin sürekliliğini sağlamaktan aciz olan kapitalist devlet pek çok kız çocuğunun okuldan kalıcı olarak kopmasına, çocuk yaşta evlendirilmesine zemin hazırlamıştır.
Ancak tüm bunların suçu ne tek başına pandemiye ne de toplumun kültürel yapısına yüklenebilir. Kapitalist devletlerin kamusal hizmetlerden çekilmesi, hızla yürütülen piyasalaşma politikaları, kamusal alanda ve toplumsal yaşantıda belirleyici hale getirilen dinsel referanslar kadın emeğini değersizleştirmiş, kadını kayıt dışı, güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışmaya mahkum etmiştir. Bu politikalar ülkemizde AKP iktidarının her fırsatta kutsal aile ve Türk gelenekleri referanslarını ile kadınlara tek yaşam alanı olarak aileyi işaret etmesi ve kadını toplumsal yaşantıda görünmez kılma çabası ile sürmektedir. Ayrıca siyasetçilerin her fırsatta kadınları bir şekilde aşağılayan söylemleri ve bu yöndeki kamu politikaları kadına yönelik şiddeti beslemekte ve bu şiddet bir yanıyla kadınların yaşadıkları hak gasplarına ve katmerli sömürüye boyun eğmeleri için kullanılmaktadır.
Ancak kadınlar gerek cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkarak, gerekse artan kadın cinayetlerine karşı toplumsal adalet talebinin yükselen sesi olarak AKP’nin “Yeni Türkiye” tahayyülünün önündeki en büyük engellerden biri olmuşlardır. Şüphesiz AKP’nin laikliği sadece sözde bırakacak ikiyüzlü “Yeni Anayasa” projesini de bu şekilde karşılayacaklardır.
Dayanışma Meclisi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle kadınların mücadelesinde şunlara dikkat çekmektedir:
· Laiklik ve aydınlanma mücadelesi kadınlar için yaşamsaldır, aynı zamanda kadın ve erkek emekçilerin sömürüye karşı mücadelelerinin ayrılmaz parçasıdır.
· Eğitim hizmetinden sağlık hizmetine, barınmadan çocuk bakımına kamusal hizmetlerin önemi özellikle kadınlar için bir kez daha açığa çıkmıştır.
· Kadın mücadelesinin kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi’nden geri düşülmesi söz konusu olamaz. Bununla birlikte şiddeti cezalandırmak yeterli değildir, şiddeti yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
· Bilim, emek ve kadın düşmanı düzenin saldırısına karşı dayanışma emekçi sınıfların en önemli gücüdür.
· Toplumsal eşitlik ve özgürlük ancak bir toplumsal örgütlenme ile mümkündür. Kadınlar, emekçilerin cumhuriyetinin kuruluşuna giden mücadelenin ve bu cumhuriyetin inşasının eşitlerinden olacaktır.
DAYANIŞMA MECLİSİ KADININ TOPLUMSAL EŞİTLİĞİ KOMİSYONU