10 Şubat 2021
Dayanışma Meclisi’nin 6 Şubat tarihli 2,5 saati aşkın toplantısında, Türkiye’de son zamanların sıcak gündemi haline getirilen Anayasa değişikliği konusunda Ali Rıza Aydın’ın sunuşu etrafında canlı ve verimli bir tartışma gerçekleştirilirken, Boğaziçi Üniversitesi direnişi de genişçe tartışıldı. Bunu izleyen tartışma, Ahmet Soysal arkadaşımızın çevre ve iklim sorunları üzerindeki sunuşu etrafında gerçekleştirildi.
2021 yılı, dünyanın ve Türkiye’nin kritik süreçlerden geçtiği bir dönemi simgeliyor. 2020 yılında patlayan Covid-19 pandemisi, 2021 yılında da toplumları ve ekonomileri derinden etkilemeye devam ediyor. Aşılama faaliyetine bile dünya çapında büyük bir eşitsizlik eşlik ediyor. Zengin ülkelerin açgözlülüğü ile yoksul ülkelerin çaresizliğini yan yana getiren, her şeyi parayla/ödeme gücüyle ölçen kapitalizmin etik dışı doğasından başkası değil.
Ekonomilerin 2020’de içine girdikleri türbülanstan kolay çıkamayacakları anlaşılıyor. Ama kuşkusuz ailelerin ekonomileri, küçük esnafın, küçük çiftçinin ekonomisi daha fazla zora girmiş durumda. İşsizlikle, kuvvetli gelir aşınmalarıyla veya sektörel kapanmalar nedeniyle tümden gelir kayıplarıyla başetmeye çalışan kitleler, eğer devletin telafi edici sosyal yardımları devrede değilse, tam bir çaresizliğe mahkum edilmiş durumdalar. IMF gibi sistemin uluslararası finans kuruluşları da tam bir ikiyüzlülük sergileyerek gelişmiş ülkelere bütçe açıklarını göze alarak güçlü maliye politikaları önerirken çevre ülkeleri için biçtikleri öncelik, dış mali yükümlülüklerini yerine getirecek tarzda sıkı maliye politikaları yani düşük sosyal yardım programları oluyor.
Türkiye’de olduğu gibi yüzü halk kitlelerine dönük olmayan siyasetlerin iktidarda olduğu ülkelerde yaşanan tam da bu. Ama Türkiye, dahil olduğu gelişmekte olan ülkeler grubunda dahi, AKP iktidarının vurdumduymaz politikaları nedeniyle en anti-sosyal yönetimlerin başını çekiyor. Bu koşullarda, daha önce yoksullukla hiç tanışmamış yeni yoksul kategorilerinin ortaya çıkması, yoksulluktan gelip açlık sınırları içine girenlerin çoğalması, şaşırtıcı olmuyor. Türkiye toplumunun siyasal dönüşüm özlemi giderek şiddetleniyor ama gürül gürül akacak siyasi mecra bulamıyor.
Türkiye’deki muhalefet, “güçlü parlamenter sistem” ve Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemini değiştirecek bir Anayasa değişikliği dışında ortak paydaları yokmuş gibi davranıyor. Bu durumda toplumun acil sosyal ve ekonomik sorunları yanıtsız ve sahipsiz kalıyor.
Dünyadaki politik iklim ise geleceğe ilişkin iyimser olmaya izin vermiyor. Güç kaybeden ABD emperyalizmi küresel hegemonyasını yeniden kazanma çabalarını sürdürürken, yeni hegemon adayına yerini gönül rızasıyla terketmeyeceğinin tüm saldırgan belirtilerini gösteriyor. Çeşitli bölgelerde gerilim/çatışma noktaları hızla çoğalıyor. Öte yandan, dünya kaynaklarının sınırlarına gelindiğini dikkate almaksızın sürdürülen ekonomik büyüme ve silahlanma yarışı, üst gelir gruplarının arsız tüketim alışkanlıklarının da katkısıyla, çevre ve iklim sorunlarının katmerlenerek büyümesine katkı yapıyor.
Tam da bu koşullarda, dünyada kapitalizmi aşacak toplumsal/siyasal örgütlenmelerin kritik önemi yükseliyor. Türkiye’de emeğin Cumhuriyeti için çabaların yoğunlaştırılması, Dayanışma Meclisi’nin bu uğraşta rolünün arttırılması ihtiyacı büyüyor.