İlköğretim ve lise düzeyindeki eğitimin yeniden başlamasının tartışıldığı şu günlerde karar alırken salgının ülkemizdeki seyrini, eğitim kurumlarının ve öğrencilerin durumunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Ülkemizde salgın şiddetleniyor
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), “normalleşmeye” geçişin ilan edildiği Haziran ayında, okullarda eğitimin 31 Ağustos’ta başlayacağını duyurmuştu. Ancak salgının şiddetine ilişkin tüm göstergelerin kötüleşmesiyle, 12 Ağustos’ta okulların açılmasını 21 Eylül tarihine ertelediğini duyurdu.
Erteleme kararının sonrasında geçen süre içinde salgın daha da şiddetlendi. Tüm veriler bu eğilimin önümüzdeki gün ve haftalarda da süreceğini düşündürmektedir. Salgına dair her gün tırmanan göstergeler okulların açılmasına dair öğrencilerdeki, öğretmenlerdeki ve velilerdeki endişeleri arttırmaktadır.
Salgın başladığında gerekli tedbirleri almayıp her açıdan eksikli ve sermaye sınıfının çıkarlarına göre belirlenmiş bir kısıtlama politikası uygulayan siyasi iktidar, çok kapsamlı ve yaşamsal sektörler dışında istisna gözetmeyecek bir karantinayı tercih etmeyerek çok değerli bir fırsatı kaçırmıştır. Bu yaklaşım ne yazık ki bütün sermaye iktidarları için geçerlidir. Bugün çok daha güç olsa da, henüz etkili bir aşı ve ilacın ortaya çıkmadığı koşullarda salgını kontrol altına almanın yolu bütün dünyada, emekçi sınıfların haklarının korunduğu, güvencesiz kitlelerin gereksinimlerinin devletler tarafından karşılandığı bir karantinadır. Kâr odaklı sermaye iktidarlarının bu gerçeği bir kenara koyması salgının boyutlanmasına ve yeni sorunlara yol açmasına neden olmaktadır.
Emekçi sınıflar bir yandan salgınla etkili mücadelenin savunusunu yaparken bir yandan da sermaye sınıfının salgını fırsat bilerek işçi sınıfına dönük saldırılarını püskürtmek için çok yönlü bir mücadele sürdürmelidir. Eğitim hakkı, bu mücadelenin önemli bir başlığıdır.
Eğitim sisteminin mevcut yapısı eğitime başlamaya uygun değil
Okullar açıldığında 18 milyondan fazla öğrenci, 900 binden fazla öğretmen, on binlerce yardımcı personel bir araya gelecektir. Ayrıca onların büyük bölümü çeşitli ortak mekanlarda ve servislerde de temas halinde olacaktır.
Eylül ayı başından beri bazı kurumlarda ve sınıflarda yüz yüze eğitim yapılmaktadır. Bu okullara ilişkin olarak ilgili meslek örgütlerinin ve sendikaların bildirdiği bulaş sayıları temel önlemlerdeki zorluklara dair öngörümüzü doğrular niteliktedir.
Öte yandan MEB’in geçen kısa süre içinde hastalığın görüldüğü okulları görmezden gelen tavrı, okulların açılmasının salgını şiddetlendireceği yönündeki kaygıları desteklemektedir.
Salgın koşullarına uygun ortamı sağlayan veya sağlayamayan okulların hepsinde birden yüz yüze eğitimin başlamasına izin verilmesi ise ülkemiz eğitim sisteminde zaten var olan eşitsizlikleri derinleştirecektir. Özel okullarda örgün eğitime izin verilip devlet okullarında verilmemesi ise bu eşitsizliği farklı bir düzleme taşıyacaktır. Farklı ortamlarda eğitim almış öğrencilerin ileride aynı sınava tabi tutulması ise durumu daha da vahim hale getirecektir.
Yüz yüze eğitime geçen ABD, Avustralya gibi ülkelerde eğitim sürecinin başlamasını izleyen ilk hafta içinde okul kaynaklı vaka sayılarında artışlar görüldüğünü de not edilmelidir.
MEB’in uzaktan öğretimin altyapı koşullarını sağlamak üzere hemen hiçbir şey yapmamış olması, esasen hiçbir zaman yüzyüze eğitimin yerini tutamayacak olan uzaktan öğretimi de kapsayıcı bir seçenek olmaktan çıkarmaktadır.
Milyonlarca veli ve öğrenci zor durumda bırakıldı
Bu sürecin bir de görünmeyen sakıncaları bulunmaktadır. 18 Mart’tan bu yana ülkemizde örgün eğitim faaliyeti yerine “uzaktan öğretim” geçirilmeye çalışılmıştır. Bu uygulama milyonlarca çocuğun ve gencin hem mahrumiyetine hem eve hapsolmasına neden olmuştur.
Uzaktan öğretim olanaklarına sahip olan hanelerde, bu öğretim biçimi öğrenci ile veliyi karşı karşıya getiren bir uygulamaya dönüşmüştür. Ebeveynlerin her ikisinin çalıştığı hanelerde ise sürecin nasıl çalıştığı sorgulanamamaktadır. Var olan dolaylı veriler ev içi stresin ve sözel ya da fiziksel şiddetin arttığına işaret etmektedir. Ev içi cinsiyetçi ayırımlar da artmakta, okula gidemeyen küçük kız çocuklarının çoğu ev işlerine yardıma zorlanmaktadır.
Altı aydır el yordamıyla yürütülen bu süreç, çocuk, ergen ve yetişkin psikolojisine uzun süreli olumsuz etkilerde bulunma riskini taşımaktadır. Okulların açılmasının uzaması bir yandan da psikososyal bir risk ortaya çıkaracaktır.
Uzaktan öğretim, özel okul/ devlet okulu ayrımının getirdiği eşitsizliği de pekiştirmektedir. Özel okullar günde 6 saat kadar eğitim verirken, devlet okullarında öğrenciye ulaşılabilse bile yetersiz bir çevrimiçi eğitimle yetinilmektedir.
Uzaktan öğretimin eğitbilimsel açıdan da büyük bedelleri vardır
Yüzyüze eğitim olmayınca geriye “kötünün iyisi” olarak uzaktan öğretim seçeneği kalmaktadır. Ancak bu yöntem de, aşağıda değinilen nedenlerden dolayı istenen ve özlenen bir eğitim-öğretim süreci değildir:
1) Öğrencilerin uzaktan öğretimle edinecekleri öğrenmeler, kazanacakları beceriler, duygusal ve estetik anlayışlarındaki gelişimleri, örgün eğitimle edineceklerinin yanında çok sınırlıdır.
2) En iyi niyetli ve öğrenmeye hevesli öğrencinin bile, uzaktan öğretim etkinliği süresinde dikkatini sürekli toplaması neredeyse imkânsızdır.
3) Müfredat gereği öğrenilenlerin dışında en yoğun ve etkili öğrenmeler, öğrenci-öğrenci, öğrenci-öğretmen/yönetici/okulun diğer elemanları arasındaki etkileşimlerden kaynaklanmaktadır. Örgün eğitimde, öğrenciler, öğretmenin gerektiğinde yaptığı uyarıdan da bir şeyler öğrenebilirler. Uzaktan öğretimde bu tür öğrenmelerin olmaması önemli bir eksikliktir.
5) Örgün eğitimde öğrenciler birbirlerini kösteklemekten çok, olumlu yönde etkilemektedir. Uzaktan öğretimde bu etkileme de olmayacaktır.
6) Milyonlarca öğrencinin uzaktan öğretime katılma olanakları, yeterli donanıma sahibi olamamaktan teknik olarak internete ulaşamamaya kadar pek çok nedenle sınırlıdır.
7) Uzaktan öğretimin bir sakıncası da, uygulamadaki bir olumsuzluğun aynı anda milyonlarca kişiye ulaşmasıdır. Günümüz Türkiye’sinde bu sakınca, dincileştirme programının yaygınlaştırılması anlamına gelecektir.
8) Uzaktan öğretim, bu tür sınırlılıkları nedeniyle, örgün öğrenim çağını geçmiş kişiler için, onlara yetersiz ama sınırlı bir ikinci fırsat sağlamak için kullanılan yöntemdir.
Dayanışma Meclisi, bu değerlendirmeler ışığında aşağıdaki talepleri halkımızla paylaşmaya karar vermiştir:
AKP yönetimi ve arkasındaki sermaye sınıfının kısa vadeli çözüm arayışları -ki böyle bir arayışta dahi olmadıkları ortaya çıkmıştır-, salgının kontrol altında tutulmasını önlemiştir. Salgının kontrol altına alınmasını sağlayacak tüm önlemlerin hayata geçirilmesi bugünün en öncelikli ve acil konusudur.
MEB’in özel ve devlet okulları için farklı yaklaşımlar getirmesi durumunda, eğitim sisteminin bütünlüğü daha da bozulacak ve varolan eşitsizlikler daha da büyüyecektir. Hangi eğitim modeli seçilirse seçilsin, MEB bütün okullar için ortak bir eğitim sistemini önermekle yükümlüdür.
Okul, ailenin dışında devletin, dolayısıyla toplumun bütün çocuklara sahip çıkmasının ve sorumlu olmasının aracıdır. Çocukların okullarından uzak tutulması ve belirsiz bir süre uzaktan öğretime mahkûm edilmesi, bu tarihsel olarak kazanılmış hakkı çocukların ve ailelerin elinden almaktadır.
Eğitim hakkının korunması ve okullardaki durumun yakından izlenebilmesi için, veliler ve eğitim emekçileri, ayrı ayrı veya birlikte “okul dayanışma birliklerinde” örgütlenmelidir.
Bu koşullar altında;
1-Uzaktan öğretime devam edilmek zorunda kalındığı durumda internete ulaşım hakkı aileler arasında eşitlenmeli; çalışan velilerden biri dönüşümlü ve ücretli olarak izinli sayılmalı; engelli öğrencilerin ve ailelerinin özel durumları dikkate alınmalıdır. İnternet bağlantısı olmayan yerleşimlere bu olanaklar MEB bütçesinden sağlanmalı; MEB, internet ve donanım sorunları olanlar için okullarda yeter miktarda teknik altyapılı sınıfları hizmete açmalıdır.
2-Okulların bir an önce açılabilmesi ve okula gitme hakkının savunulması için şunlar yapılmalıdır:
- Atanamayan öğretmenlerin hemen görev başı yapması sağlanmalıdır.
- Bir sınıfta eğitim görecek azami öğrenci sayısını düzenlemek için MEB bütün kadrolarıyla, devlet bütün maddi olanaklarıya seferber olmalıdır. Ek sınıf yaratmak için gerekirse bazı özel kurumlar kamulaştırılmalı, yetersiz öğrencisi olan imam hatip okulları normal okullara dönüştürülmeli, gerekirse yeni binalar yapılmalıdır.
- Her okulda kalıcı bir sağlık birimi oluşturulmalı, her okul bir filyasyon ekibiyle izlenmeli, öğrencilere ve eğitim emekçilerine haftada bir test yapılmalı, öğrenci ve eğitim emekçilerinin koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere birinci basamak sağlık hizmetlerine en hızlı şekilde kavuşması sağlanmalı, testi pozitif olanlar çıktığında karantina işlemleri gecikilmeden uygulanmalıdır.
- Okullarda gerekli bütün hijyen malzemesi, maske ve benzeri gereksinimler yeterli miktarda devlet tarafından sağlanmalıdır.
- Eğitimde eşitliğin sağlandığı koşullarda çocukların evlerine en yakın okula gitmesi sağlanmalı, eğitimde eşitsizliğin ürünü olan okul servisine olan gereksinim azaltılmalıdır.
- Güvenilir bir COVID-19 aşısı ülkede bulunur duruma gelirse, eğitim emekçileri ve öğrenciler öncelikli toplum kesimleri arasında düşünülmelidir.
- Bütün okullarda bilimsel bir müfredat devreye girmeli, eğitim programı hurafe ve gerici öğelerden arındırılmalıdır.
3- Yaşanan pandemi koşulları, kamusal bir hizmetin özel sektör eliyle kâr amaçlı olarak sağlıklı bir biçimde organize edilmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Diğer kamusal hizmet türlerinde olduğu gibi eğitim alanındaki sorunların çözümü de, toplumcu/kamucu bir yaklaşımdadır. Bu bağlamda özel okulların devletleştirilmesi konusu toplumun tartışma gündemine sokulmalı ve eğitim düzeyini yukarı doğru çekerek eşitsizliklerin giderilmesi hedeflenmelidir.