Kategoriler
Bildiri

Yeni Bir Cumhuriyet’e Doğru: Sağlık Raporu

Sağlık Komisyonu

Ahmet Soysal,
Derman Boztok,
Tolga Binbay

Yeni Bir Cumhuriyet’te Toplumcu Sağlık, Toplumcu Sağlık için Yeni Bir Cumhuriyet

Dünya ve Türkiye sağlıkta derin çelişkilerle doludur

2020 yılındayız. İnsanlık canlılığa, evrene ve varoluşumuza dair hiç olmadığı kadar bilgi sahibi. Yüzyıllar boyunca insanlığa musallat olan birçok hastalık, son yarım yüzyıl içinde ya ortadan kaldırıldı ya da köklü tedaviler sağlandı. Ancak sağlık alanındaki bilgiye, başarıya ve ilerlemeye rağmen, dünya nüfusunun büyük bir kesimi halen sağlık hizmetlerinden yoksun. İngiltere’den Bangladeş’e kadar hemen her kapitalist ülkede emekçiler yeterli sağlıklılık halini yaşayamıyor. 

Tüm diğer ülkeler gibi Türkiye de sağlıkta sermaye saldırısının ve toplumsal eşitsizliklerin sonuçları ile dolu. Sağlık göstergelerinde sınıfsal ve bölgesel eşitsizlikler derinleşirken, kamu sağlık hizmetleri tasfiye ediliyor. Bu tasfiyeye toplumsal kaynakları talan eden devasa bir özel sağlık sektörünün yükselişi eşlik ediyor. Bugün Türkiye’de sağlık harcamalarının büyük bir bölümü tedavilere ve oradan da büyük sermaye gruplarına gitmektedir. Sağlık, sermaye sınıfının yatırım, kâr elde etme ve sömürüyü yoğunlaştırma alanı durumuna gelmiş; aşılama, koruyucu hekimlik gibi temel sağlık hizmetleri ortadan kaldırılmış, sağlık bireysel bir soruna dönüştürülmüştür. 

Salgın süreci de göstermiştir ki, kapitalist iktidar için milyonlarca emekçinin sağlığı, korunacak ve geliştirilecek bir öneme sahip değildir. Sağlık çalışanları ise tükenmişlik, mesleki yabancılaşma ve şiddet sarmalı içine hapsedilmiştir. 

Emeğin egemenliğindeki yeni bir cumhuriyet, sağlık alanında da, bu çürümekte olan ve hem toplum hem de birey sağlığını gasp eden sistemden köklü bir kopuş anlamına gelecektir.

1923 Cumhuriyeti sağlıkta bir sıçrama ortaya çıkarmıştır 

Geçtiğimiz yüzyılda Dünya Sağlık Örgütü sağlığı, “yalnız hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden tam bir iyilik hali olarak” tanımlamıştı. Özellikle sosyalizmin var olduğu koşullarda oluşturulan bu tanım, kısmen olumlu bir çerçeveye sahipti. Yine aynı tablo içinde sağlık hakkı, “gereksinimine göre herkese eşit olarak sağlanması gereken” evrensel bir insan hakkı olarak görülmekteydi. Buna göre sağlık hakkı, kapitalist bile olsa devletin yükümlülüğü ve güvencesi altında, kamusal yaklaşımla, önleyici-koruyucu-geliştirici-tedavi ve rehabilite edici hizmetler bütünlüğünden oluşan “kapsamlı sağlık hizmetleri” ile sağlanırdı. Koruyucu yaklaşım ise bu sistemde kısmen de olsa temel stratejiydi.

Geçtiğimiz yüzyılda sosyalizm tüm emekçilere basamaklı, erişilebilir, nitelikli bir sağlık hizmeti sunumunun yolunu açtı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çok erken dönemlerden başlayarak tüm toplumu işçi sınıfının sağlığa bütüncül bakışı ile kuşattı. Bu sistematik uygulama birçok kapitalist ülkede sağlık hizmetlerinin benzer biçimde örgütlenmesini sağladı. 

Genç Türkiye Cumhuriyeti de aynısını yaptı. Basamaklı ve erişilebilir bir sağlık sistemi kurmayı tercih etti. Bu tercih, kapitalist ekonominin girdiği yönelimlerle uyumlu biçimde 1980’lere kadar eksiklerine ve yetersizliklerine karşın sağlık emekçilerinin toplumcu özverisiyle işledi. Türkiye Cumhuriyeti’nde kapitalist sosyal sağlığın zirvesi, 1961 yılında kabul edilen 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası olmuştur. 

Bu kapsamda sağlık hizmetleri ücretsiz kamusal yaklaşımla, birinci, ikinci ve üçüncü basamak olarak planlanmaya çalışılmıştır. Birinci basamakta hekim, hemşire ve diğer sağlık emekçilerinden oluşan bir ekip tarafından, belli coğrafi alanda sorumlu olunan nüfusun kaydedilmesi, risk faktörleri dikkate alınarak çevresiyle birlikte izlenmesi, aydınlatılarak eğitilmesi, katılımının sağlanması, sektörler arası iş birliği gibi yaklaşımlar yer almıştır. Hastaların gerektiğinde bağlı olunan üst basamak sağlık kuruluşlarına sevk edilmesi öngörülmüştür. Üst basamaklarda yapılan işlemlerin sonucunun ise geriye birinci basamağa bildirilmesi hedeflenmiştir.

Birinci basamakta, koruyucu ve tedavi edici hizmetleri ekip olarak sunan 5-10 bin nüfusa bir “sağlık ocağı” öngörülmüştür. Bir toplumcu sağlık uygulaması olan bu “Toplum Hekimliği” bütünsel yaklaşımıyla, gereksinimi yüksek olan bölgelerden başlayarak halkın sağlık sorunlarının çözümünde başarılar kazanılmış, bebek ve ana ölüm hızları düşürülmüş, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetleri geliştirilmiş, bulaşıcı ve sık görülen hastalıklar ve çevre sağlığı kontrol altına alınmıştır.

Ancak bu sosyal sistem Türkiye sermaye sınıfına fazla gelmiştir. 224 sayılı yasaya rağmen Türkiye’de hem özel sağlık sektörü on yıllar içinde palazlanmış, hem de daha 1980’e gelmeden ilaç, aşı üretiminde Türkiye dışarıya ya da özel sektöre bağımlı bir ülke haline gelmiştir. 1980’den itibaren ise sağlıkta sosyal olan her şey yok edilmiştir.

AKP sağlığı sermaye için dönüştürdü 

1980 darbesinden sonra hız kazanan küresel neoliberal çok yönlü sınıf savaşı politikalarıyla, zaten uzun süredir sermaye kesimiyle sabote edilen kamusal sosyalleştirme sistemi yıkılmış, sağlık sektörü tamamen küresel ve yerli piyasaya açılarak rekabetçi özelleştirmelere gidilmiştir. Sağlık Bakanlığı, Dünya Bankası gibi kurumlar ile daha 1990’ların başında sağlıkta dönüşüm programında anlaşmıştır. 2002’de işbaşına gelen AKP ise bu programı gerçekleştirmek için tam anlamıyla gaza basmıştır.

Bu çerçevede birinci basamakta sağlık ocakları yerine bireysel aile hekimliği, kamu hastanelerinin yerine kâr amaçlı küresel bağlantılı şirketlere dönüşen özel kuruluşlar, genel vergilerle ücretsiz sağlık hizmeti yerine, halktan zorunlu genel sağlık sigortası primleriyle ve özel sigortacılık özendirilerek kapitalist finansman sistemi kurulması sağlanmıştır. Tam sömürü koşullarında, sağlık insan gücünün nitelikli eğitimi ve güvenceli çalışma hakları ortadan kaldırılmıştır.

Tüm bunları yaparken AKP orta ve üst gelir grubunu özel sektöre, alt gelir grubunu ise kamu hastanelerine yönlendirmiştir. Yüksek vergiler ve başka alanlardaki özelleştirmelerle elde ettiği geliri bir yandan esas olarak sermayeye aktarırken, diğer yandan kamu sağlık hizmetlerini tek bir yapıda toplamak, bazı kapitalist işletme iyileştirmeleri yapmak ve “istediğiniz doktoru, hastaneyi seçebilirsiniz” gibi uygulamalarla emekçilere sus payı dağıtmak üzere kullanmıştır. 2008 krizi sonrası ise, sağlıkta özel sektörün ağırlığı artmış ve AKP’nin övündüğü tüm uygulamalarda çatlaklar ortaya çıkmaya başlamıştır. 

Bugün Türkiye emekçilerinin sağlığı süregiden inşaatlar ve her yere yayılan özel hastane zincirleri üzerinden birkaç aile şirketinin ve menşei belirsiz fonların eline bırakılmıştır. Sağlık, sermaye sınıfının yatırım, kâr elde etme ve sömürüyü yoğunlaştırma alanı durumuna getirilmiştir. Şehir hastaneleri gibi, “kamu-özel ortaklığı” adı altında, kamusal kaynakları insafsızca sermayeye aktaran küresel pilot modelleriyle, her yönden sakıncalı vitrin gösterileri ise ilk krizde çökmeye açıktır. Tek elde toplanan kamu sağlık hizmetleri ise muhtemelen bölge bölge özelleştirilecektir.

Emeğin yeni Cumhuriyeti sağlıktan sermayeyi söküp atacaktır

Yukarıda kısaca çizdiğimiz tablodan çıkış vardır. Ve bu çıkışın adı, sağlıkta işçi sınıfı iktidarının kurulmasıdır. Her üretim biçimi kendi sağlık sistemini ve örgütlenmesini ortaya çıkarır. Kapitalist tıp, sağlığı hastalıklar, piyasa, kâr, yatırım, birey üzerinden tanımlarken sosyalist pratiklerde hastalıkların yerini bedensel sağlıklı işleyişin geliştirilmesi, kârlılığın yerini sağlığın korunması ve bireyin yerini toplumsal yaklaşım almıştır. 

Pandeminin de gösterdiği gibi, kapitalizm sadece toplumu değil, bilimin ve teknolojinin olanaklarını da karmaşa ve yetersizliğe mahkûm etmektedir. Kapitalist tıp ve sağlık yönetiminin her iddiası, başta insan sağlığı ve doğal denge olmak üzere, üretici güçlerin yıkımına karşılık gelmektedir. Bu nedenle: 

  • Emeğin egemenliğindeki yeni cumhuriyetin temel alacağı toplumcu sağlık, tam da bu olumsuz değerleri ve bakışı söküp atacak, emekçi sınıfların ihtiyaçlarına odaklanacak, Cumhuriyetin Sosyalleştirilmiş Sağlık Hizmetleri gibi geçmişin toplumcu kazanım ve deneyimlerine, sağlık emekçilerinin bunlardan köken alan öz güvenine yaslanacaktır.
  • Yeni Cumhuriyet’in sağlığı, üreten ve üreterek dönüşen insan yaşamının bütün alanlarını kapsayacaktır. Bu sayede karmaşıktan basite, toplumsaldan fiziksele sağlığın geliştirilmesine karşı olan tüm etkenler saptanabilecek ve önlenebilecektir. 
  • Yeni Cumhuriyet’te üretim araçlarının mülkiyeti tüm topluma ait olacağı için, sağlığa karşı olan toplumsal etkenlerin neredeyse tamamı (örn. eşitsizlikler, işsizlik, yoksulluk, barınma sorunları, göçler, savaşlar, ayrımcılık, dışlanma, düşünsel yozlaşma, yabancılaşma, doğa ve çevrenin talanı) ortadan kalkacaktır. Bu temel farklılıkla, sağlık için çok büyük bir adım atılmış olacaktır. Günümüzde toplum sağlığını bozan etkenlerin neredeyse üçte ikisi ortadan kalkacak ya da etkileri önemsizleşecektir.
  • Yeni Cumhuriyet’in sağlıktaki temel hedefi hastalıkların tedavisi değil sağlığın geliştirilmesi ve korunması olacaktır. Bireyler hastalıklarıyla ve sağlıklarıyla birer müşteri olmaktan çıkarılacak, kolektif sağlığın aktif yaratıcıları durumuna getirileceklerdir. 
  • Toplum sağlığının geliştirilmesi ve korunması, üretim birimlerinden (fabrikalar, tarlalar) başlayarak örgütlenen ve toplumsal hayatın bütününe yerleşen bir hedef olacaktır. 
  • Sağlık işgücü bilimsel ve aydınlanmacı bir eğitimle genişletilecek ve geliştirilecektir. Ayrıca sağlık eğitimi, beden kültürü ve yaşam bilgisi tüm toplumsal dokunun gündelik bir parçasına dönüşecektir. Bu konuda “yapay zekâ” gibi tüm yeni kuşak teknolojik imkânlar rahatlıkla kullanılabilecektir.
  • Her tür tıbbi teknoloji, tekellerin boyunduruğundan kurtarılacak ve tıbbi bilgi tüm insanlığın ortak kazanımına dönüştürülecektir.
  • Yoksulluk, işsizlik ve gelecek kaygısının ortadan kaldırılması, kolektif yaşama sağlık, enerji ve yaratıcılığın katılmasını sağlayacaktır.
  • Kentsel ve kırsal yaşam alanları, büyük üretim merkezleri etrafında birer yaşam kompleksi olarak yeniden planlanacaktır. Üretim birimleri üzerinden örgütlenen yeni yerleşimler, sağlığın hızlıca bir sıçrama kaydetmesinin temel bileşeni olacaktır.
  • Doğal afetler, insan, hayvan ve canlı yaşamını tehdit eden bir “afet” olmaktan çıkacak ve hayatı aksatmayan ya da çok kısa aksatan birer doğa olayına dönüşecektir. 
  • Çevre sorunlarının ve doğa talanının ortadan kalkması, insan, hayvan ve canlı yaşamını tehdit eden birçok etkenin ortadan kalkmasını sağlayacaktır.
  • Sağlık hizmeti alanı bir pazar olmaktan çıkarılacak ve toplumsal kolektif yaşamın bir parçasına dönüşecektir.
  • Sağlıkta bölgesel, kentsel eşitsizlikler, merkezi planlama ile hızlıca giderilecektir.
  • Tüm özel hastaneler ve işletmeler toplumdan çalınan kaynaklarla ortaya çıkarıldıkları için, hızlıca Yeni Cumhuriyet’in kolektif mülkiyetine geçecektir.
  • Sağlık hizmeti sunan tüm kurumlar tek bir çatı altında ve Yeni Cumhuriyet’in mülkiyetinde birleşecektir.
  • Sağlık hizmeti basamaklı bir işleyişe sahip olacaktır. Birinci basamak sağlık hizmetleri gelişkin yapısı, donanımı ve yetkin emek gücüyle toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçasına dönüşecektir.
  • Tüm sağlık hizmetleri üretim birimleri içinde basamaklı olarak örgütlenecektir. Toplumcu katılım ve dayanışma sağlık hizmetinin bir diğer temel özelliği olacaktır.